|
| Can Dündar Şiirleri | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:56 am | |
| DOSTLUK
Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın… “Nereden çıktın bu vakitte”dememeli, Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; “Gözünün dilini”bilmeli; Dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı… Arka bahçede varlığını sezdirmeden,mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi Köklenmeli hayatında; Sen,her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli. Kovuklarına saklanabilmelisin. Kucaklamalı seni güvenli kolları. Dalları bitkin başına omuz, Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı… En mahrem sırlarını verebilmeli, En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz… Onca dalkavuk arasında bir tek o, Sözünü eğip bükmeden söylemeli, Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli. Alkışlandığında değil sadece, Asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli Ve sen öyle güvenmelisin ki ona, Övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, “Hak ettim” diyebilmelisin. Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; Günahlarının yegane şahidi… Seni senden iyi bilen,sana senden çok çok güvenen bir sırdaş… Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş…
CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:57 am | |
| AÇ GÖZLERİNİ
En sevdigin elbiseni giydim Bu gece kokunu sürdüm Solgun yüzünü oksadim Sessizce saçlarindan öptüm Yazdigin mektuplari okudum Kana kana su içer gibi Plaklarini çaldim ah! En çok o sarkida özledim seni.
Issizlik kapiyi çaldi, açmaya korktum gece yarisi Sehir uykuya daldi, baktim disariya katran karasi Rüzgar telasla kokunu getirdi bana aldim koynuma Buseni hafizamdan koparip ilistirdim dudaklarima Üsüdüm karanlikta Tenine dokundum hissetsin diye Aç gözlerini
Erguvanlarina su verdim Içerken benimle konustular Yastigini oksadim, kokladim Anilar uçustular Solugun saçlarimi yaladi sanki yine bir meltem gibi Teninin kokusu karisti kokuma Yakistilar
Boguldum karanlikta Yani basimdasin benden çok uzaklarda Ellerimi tut dokun bana Aç gözlerini.
Attim kendimi caddelere Yesil ceketin sardi beni Yürüdüm üstüne karanligin korkusuz Tuttum ellerini.
CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:57 am | |
| YALANCI BAHAR
Yalancı bahar Kaç baharı gerçek sanıp kandık söylesenize… Kaçına’Nihayet’ hasretle kucak açtık ve kaçında yanıldık… Kaç kez ayaz vurmuş dallarımızda filizlerimiz söndü. Yine de uslanmadık. Yine geveze bir dosta sırlarımızı açar gibi açıldık yalancı bahara… Yine yanıldık. Peşinden bastıran tipiyle ayıldık. Ne yapalım ki, dalında patlamayı bekleyen bir tomurcuk gibi susamıştık ilkyaza… Kaç zaman olmuştu kendimizi güneşin kollarına bırakıp, ormanda yayılan kekik kokularıyla sarhoş olmayalı… Tahmin ediyorduk, üzerimize katran rengi bir kafes gibi çöken bulutların ardında güneşin gülümsediğini… Daha ilk ışınları deler delmez kafesi, açtık iştahla ruhumuzun pencerelerini…
Bahar öyle kolay gelmezdi aslında; biliyorduk; yanlış baharlarda az mı ayaz yemiştik. Kaçımız mart güneşine aldanıp açılmış ve kara kafesin ağına düşmüştü yeniden… Bahar, ilan ı aşk mevsimiydi, astık aşklarımızı ilan panolarına, sevdalar yasakken daha… Bahar, barışın mevsimiydi; müjdeledik barışı, silahlar konuşurken hâlâ… Söyledik, ancak yazın söylenecekleri, güneş henüz toprağı ısıtmamışken… cemreler düşmemişken ilkyazın koynuna… Yalanmış meğer bahar; daha vakti değilmiş, aşkın da barışın da… Güneşe kananlar, yazı beklerken bahardan oldular; kesildi sesi soluğu, erken öten horozların…İyisi mi itirafçı olalım; biliyorduk ‘İşte bahar’ derken, ardından gelecek ayazı… Yalan bu çıkma demişti temkinliler, tedbirliler, ‘çıkarken üstüne kalın bir şey al’anlar, ‘başına bir iş gelmesin’den ürkenler… Ama bahar, olanca işvesiyle sokağa çağırıyordu. Aşk, ilan panosuna asılmayı bekliyordu, barış bir kuş gagasında müjdelenmeyi… ‘Erken mi geç mi’ hesabına gelmezdi ikisi de… Peşlerine düşülmeli, ilan edilmeli, müjdelenmeliydiler. Güneşi görür görmez seranada ve barış türkülerine başladık. Vakti gelmeden açıldık, geç kalmadan davranma telaşında… Erkenmiş. Kursağımızda kaldı bahar sevinçleri… Erken öten horozlar, erken açmış çiçekler, erken doğmuş bebekler gibi kesildik, solduk, öldük. Yine tedbirliler ulaşacak salimen yaza; biz yakalandık, zalim ayaza…Ama itirafçı olsak da pişman olmadık. Az da olsa ısındık hiç olmazsa… Vakitsiz de olsa söyledik, söylenmesi gerekeni… Bahar yalan mıymış gerçek mi dinlemedik. Güneşin ilk dokunuşuyla haber verelim dedik, ardından gelecek müjdeyi… Aşk için erkendi belki, barış henüz uzak… ama ikisi de gelecekti nasılsa sonunda… Hep bildik ki, habercisidir yalancı bahar, sahicisinin… Bazen vaat, hediyeden de kıymetlidir. Kesilmeyi göze alıp erken ötmek yeğdir çoğu zaman, susup doğru zamanı kollamaktan… Sonunda olan yalana kananlara olur, onlar müjdeledikleri şeyi göremeden giderler. Lakin çoğu buna gönüllüdür. Güneşe en erken onlar dokunmuşlardır, elbet en erken yanan onlar olacaktır. Belki ‘İkinci Bahar’ı yaşayanlar bilir kıymetlerini…
CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:57 am | |
| ZORDUR KÖPRÜLERİ YAKMAK
Zordur köprüleri yakmak… Siradan sabahlarin mahmurluguna alismislar için, bir safak vakti aniden geçmisinden ve bugününden vazgeçmek, ve içinde her nasilsa saklamayi basarmis bir yarin heyecaninin kanadina tutunarak havalanmak cesaret ister. Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki, ruhuna gömülü çocugu, yillarca kininda beklemis keskin bir kiliç gibi uyandirip dort nala ilerlemek, yaman bir karara dönüsür. Zordur insanin onca zaman bunca emekle kurdugu ne varsa hiçe sayip, maglup ama magrur bir komutan edasiyla yeni seferlere niyetlenmesi… Bugüne yenik düsenler, yarini sadece hos bir hayal olarak düsleyip, dünde yasarlar. Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan gemilerle, arkalarinda külden köprüler birakarak, meçhul bir istikbale dogru dümen kirarlar…. Yikilan sirat köprüsüdür…. Geçer ve orada kalirsiniz: cennetse cennet, cehennemse cehennem… Dönüsü yoktur….
CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:57 am | |
| YARİM HAZİRAN
Kimbilir kaç baharı birlikte uğurladık seninle… Kimbilir kaç yazı karşıladık kan ter içinde… İlhamısın ergenlik şiirlerimin, o ilk Haziran’dan beri… Yaşgünlerimin fener alayı, ilkyaz günahlarımın tanığısın… Tanığısın yüzüme düşen gözlerin, terime değen ellerin… Senle başlayıp, sende bitirdim bunca yılı… Sendin hararetli yılsonu muhasebelerimin değişmez takvim yaprağı… Tutkunum sana… Sadık, itaatkar ve hayran… Yarım Haziran…Hasretle bekleyip, iple çektim gelişlerini çoğu zaman… Sen hep iki bahar arasında, hazlar zamanı çıkageldin; eteklerinde ilkyaz coşkuları ve isyanlarla… Haziranlarda aşık, haziranlarda pişman, haziranlarda ergen oldum. İşte burada yıllar yılı getirip, iadesiz taahhütsüz önüme atıverdin eski yaşlar… Kimi hakkınca yaşanmış, kimi belki hiç yaşanmamış… Kimi çocuk, kimi genç, kimi olgun… Her serin baharın ardından yaz kokulu, yıldızlı müjdeler taşıdın bana… Hararetli ve çıplak Temmuz akşamları vadettin… peşisıra hazan geldiğini hissettirmeksizin bir süre… Gün oldu tomurcuk olup çiçek boyverdin; gün oldu şiddet yüklü bir öfke bulutuna tutunup seller yağdırdın gecikmiş bahar dallarının üzerine… hazırlıksız… insafsız… Öncesiz ve sonrasız aşklarda oyaladın beni… kimi gerçek çoğu, çoğu yalan… Zamanla ibadet eder gibi sevmeyi öğrettin; üzerine kırağı düşmüş beyaz bir gül kadar taze… bir o kadar kusursuz… Anladım ki, Haziran’da sevmek yaman… Yarım Haziran..Ocaklar kurdum sıcacık… Aşım, eşim, işim oldu katıksız, riyasız… Oğullar ve gecikmiş heyecanlar verdin bana… Gidemediğimiz uzak denizleri çocuklarımıza isim yaptık… onlar yüzsün diye yüzemediklerimizi… Geride kırık dökük onlarca Haziran bırakarak karşıladık yarınları… Ve sen bağışladın hatalarımı yılsonu bilançolarında… Sorguda ele vermedin beni… Tanıyamadılar kimlik tesbitinde bedenimi, kalbimi… Kimbilir kaç sırrı sakladın… Kaçını ele verdin o gecikmiş hesaplaşmalarda… Sen ilkyazdan alıp güze açarken kapılarını… ben yazın sarhoşluğundan sonbahar serinliğinden aydım. Seni beklerken kendime vardım. Yadsıyamam, Sevildim ve sevdim çoğu zaman… Müsebbibi sensin… Yarim Haziran! … Yaşım büyüse de büyümedi içimdeki çocuk… ama zamanla olgunlaştı Haziranlarım… Yeni gelenler sonbahara daha yakın şimdi… Eski mektuplar ve sepya renkli fotoğraflarla dolu bir albümde hayatım… Haziran doğumlu… Kulağımda bir şiir Hasan Hüseyin’den artakalan: Sokaktayım/gece leylak ve tomurcuk kokuyor/yaralı bir şahin olmuş yüreğim/ uy anam anam…/ Haziran’da ölmek zor”… Lakin doğmak da zor Haziran’da… Yaz kapıyı çalsada; biliyoruz sonu hazan… Yine de seviyorum seni… Yarım Haziran! …
CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:57 am | |
| KAÇ KOPYASINIZ SİZ?...
Hiç düşündünüz mü orijinal kişiliklerinizden kaç kopya çıkarılabileceğini? Kaç farklı hayatı bir arada yaşadığınızın farkında mısınız? İstemeden yaptıklarınız, isteyip yapamadıklarınız, gündüz yapıp gece pişman olduklarınızla nasıl çaresizce başka başka dünyalara doğru kanat çırpmaya çabaladığınızı fark ediyor musunuz? Bir dost nikahının ortasında birden bastıran hüznün, bir büyüğün cenazesinde karşılaştığınız eski bir sevgiliyle çıkagelen coşkunun, sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarattığını biliyor musunuz? Sinirli bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun durup, geride kaç farklı ayak izi bıraktığınıza dikkat ediyor musunuz? Sahi kaç kopyayız biz? Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp, kaç farklı kişiliğe bürünebiliyoruz? Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotokopimiz? Hüzünlü bir dağ başında sadece ırmak şırıltısı ve kuş sesleriyle sakin bir hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız, yoksa deniz kenarında bile televizyonlarını ve cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı? Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız? .. Hangi kopyanız ‘Kaçıp gidelim uzaklara’ diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken? .. Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve gözyaşlarıyla örtülmüş, çok kopyalı bir hayatı nasıl kendinize bile söylemeye cesaret edemediğiniz bir tur iki yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi fark ediyor musunuz? Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki kalın raporun sayfalarından oyuncak uçaklar yapıp, tek tek aşağı atmak geçerken hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz, üzülerek mi? .. Aklınızdan geceni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor musunuz? Kopyalarınızı orijinal kimliğinizle konuşturuyor musunuz hiç? .. İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu? Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misiniz? Yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benziyor? Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz? Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç suret bırakacaksınız? Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız? Sahi, kaç kopyasınız siz? .. Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz? . | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:58 am | |
| Dümdüz bir soru size: Akşamları evde ne yapıyorsunuz? Koltuğa uzanıp, hiç tanımadığınız Amerikalı dedektiflerle, hiç tanımadığınız Amerikalı haydutları mı kovalıyorsunuz? Yoksa yerli dizilere kaptırıp hiç bilmediğiniz konaklarda yaşanan hayatları mı seyrediyoruz? Dört saat televizyon seyretmenin sekiz saat çalışmak kadar beyni yorduğunu biliyor musunuz? İki türlü hayat var: 1. Yaşanan hayat, 2. Seyredilen hayat, Akşamlarınız televizyona kilitliyse, bilin ki, hayatı sadeceseyrediyorsunuz ! Akşamları evde ne yapıyorsunuz? Akşamlarınızı nasıl geçiriyorsunuz? " Pek çoğu gibi biz de çekirdek çıtlatıp saatlerce televizyon izliyoruz " diyorsanız, durup bir düşünün lütfen; dünyaya birkaç kez daha geleceğinize mi inanıyorsunuz? Böyle bir şey olsaydı, şimdiki hayatımızın bir bölümünü ziyan etmek şimdiki kadar acı sonuçlar doğurmayabilirdi belki. Ne çare ki sadece bir hayatımız var. Bu da maalesef, çok kısa. Ortalama altmış yılın yirmi yılı uykuda geçiyor. Kalan kırk yılın yirmi yılı çocukluk, eğitim, vesaire... Son yirmi yılı da ziyan edersek, bize yaşanacak bir şey kalmaz. Akşamlarınızı sadece televizyona veriyorsanız, sayılı nefeslerinizden bir bölümünü çöpe atıyorsunuz demektir! Çünkü televizyon izleyen kişi hayatta değildir, zira hiçbir şey yapmamakta, hiçbir değer üretmemektedir; bu da bir anlamda yaşamamak sayılır. Ne mi yapmalı?.. 1. Ailece kitap okuyun, sohbet edin: Nasıl tanıştığınızı, ilk nerede görüştüğünüzü, sıkılıp sıkılmadığınızı, nerede nasıl evlendiğinizi, nikah şahitlerinizi, düğününüzü anlatın. Çocuklarınıza, onları hem dinleyin, hem de okumaya çalışın. 2. Gezin: Gezmek için ille de bir maksat olması gerekmez, en büyük maksat hayatı paylaşmaktır. Yakınsanız deniz kenarına inin, ayaklarınızı denize sokun ve becerebiliyorsanız taş sektirme yarışına girin. Sonra da güneşin pembe gülücükler saçarak batmasını seyredin. (İnanın televizyon seyretmekten çok daha keyifli ve dinlendiricidir) Ormanda hep birlikte yürüyün, ağaçlara isim takın, yol boyu açan çiçekleri sevin ve çocuklarınıza bunlarla sevmeyi öğretin. (Ama bilin ki hayat öğrenmek ve öğretmekten ibaret değildir. Dinlenmek, eğlenmek gibi olgular da hayatın bir parçasıdır) Çocuklarınızla ilişkilerinizde asla öğretmen tavrı takınmayın. Onlarla arkadaşlık etmek dünyanın en keyifli işidir. 3. Akraba ve komşularla ilgi bağı kurun: Onlara ya gidin, ya da onları size davet edin. Sohbetiniz televizyonsuz olsun ki tadı çıksın. Birbirinizi gerçekten tanımaya çalışın. Bilirsiniz, " Komşu komşunun külüne muhtaçtır. " 4. Kültürel ve sanatsal etkinliklere katılın: (Konferans, seminer, sergi, doğru sinema ve tiyatro) Hayatınızı biraz olsun renklendirecek başka şeyler de bulabilirsiniz. Yeter ki isteyin. Bir şeyi çok isterseniz, Allah sebebini halk eder ve çok istediğiniz şeye ulaşırsınız. "Olmaz ki " diye düşünüp taleplerinizi ertelerseniz,hiçbir yere ulaşamazsınız. Aile bağlarının güçlenmesi, paylaşacak şeylerin çokluğuyla mümkündür. Ne kadar çok şey paylaşırsanız aileniz o kadar güçlenecek, o kadar diri duracak ve mutlu olacaktır. Hatıra defterine televizyon dizilerini yazamazsınız. Oraya ancak yaşadıklarınızı yazabilirsiniz. Her gün bir şeyler yaşamalı ve bunları deftere geçirerek geleceğe tarih düşürmelisiniz. Bugün öyle bir hayat yaşayın ki, yarına da kalsın. Torunlarınıza filan anlatacaklarınız olsun. Ayrıca unutmayın ki; Hayatı biriktiremezsiniz; Ya her anını yaşayacaksınız, ya da ziyan edeceksiniz. Artık cevap gelsin: Akşamları ne yapıyorsunuz?.. YAŞIYOR MUSUNUZ, YOKSA SEYREDİYOR MUSUNUZ? CAN DÜNDAR •« HaZỉи SέVdaM »• isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline) •« HaZỉи SέVdaM »• isimli üyenin yazdığı bu mesajı değerlendirin. Kötü Mesajı Moderatöre bildir Alıntı ile Cevapla Multi-Quote This Message Bu Mesajın Hızlı Cevabı •« HaZỉи SέVdaM »• Üyelere Açık Profil Bilgileri •« HaZỉи SέVdaM »• - Daha fazla mesajını bul Add •« HaZỉи SέVdaM »• to Your Contacts Eski 03-02-2010, 07:42 PM #8 •« HaZỉи SέVdaM »• ***нırçıɴ ve αɢreѕιғ*** Üyelik Tarihi: Dec 2006 Bulunduğu Yer: Uçurumun ucundayım gel atlayalım sanane yahu evime mi gelecen Mesajlar: 17.791 Tecrübe Puanı: 9207385 Rep Puanı : 1841414401 Karizma Derecesi : •« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute•« HaZỉи SέVdaM »• has a reputation beyond repute Tanımlı Aşk Deprem Gibidir-Can DÜNDAR Ne zaman kimi vuracagini asla bilemezsiniz. Gece yarisi aniden, dipten yukselen coskulu bir dalga gibi kabarir içinizde. Toprak ayaginizin altindan kayiyor gibi olur ve en hazirliksiz oldugunuz anda bütün siddetiyle vurur. Sarsilir, neye ugradiginizi sasirirsiniz. Heyecan,korku, kararsizlik, cesaret, aci, ofke,huzun,merhamet, siddet kaplar bir anda dunyanizi. Es dost yardima kossa da kolay toparlanamazsin. Bittiginde agir bir enkaz birakir geride. Daha kotusu, "tamamen bitti" sandiginiz sarsinti, hafif bir siddette artci soklar halinde yillarca surebilir. Kalbinizdeki kirik hat ara sira yoklar yeniden... Can Dündar | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:58 am | |
| Aşk ve Terke Dair - Can Dündar
Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz. Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında... En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur. Göz yaşlarınız da, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak... Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz; "Ölmek var, dönmek yok"tur.
Lakin gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını. Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya. Şurasından, burasından eleştirmeye koyulursunuz: "Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..." Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız. Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya..." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından... Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz. O, sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür. "Ya sev böyle ya da terk et" diye gürler...Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya, bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze... Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar mahkum eder. Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden... "İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz.
Ayrılırsanız yaşamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz. İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek, terk edersiniz... "Madem öyle..." nin çağı başlar ondan sonra... Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden gitmistir". Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz. Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece... Daha özgür olacağınız limanlara demirlerseniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini... Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye...Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla... "Bana ne...kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre...
Ama sonra... ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden... Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi... Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye... Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden... Dönemezsiniz. Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız. Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz... Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu... Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz. Sürünür gidersiniz. | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:58 am | |
| Bahar Aşkı-Can Dündar
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyaklarin en etkilisi, sevdanin suç ortagisin.
Yapma bunu bana!..Bahar, yalvaririm çek git isine!.. Salma üstüme çiçeklerini, aklimi çelme!.. Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyaniyor bahçemde; sonra günesle oynasip tütsülenmis gibi bugulaniyor. Ne zaman sokaga çiksam badem agaçlari salkim saçak çiçek... Kavaklar kipir kipir, islik isliga meltem... Kirda dayanilmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çesit börtü böcek... Yapma bunu bana bahar, böyle üstüme gelme!..
Zaten damarlarima zor zaptediyorum kanimi... Çoktan cemreler düsmüs beynime, yüregime... Kalbimin buzlari erimis. Gögüs kafesimde ne idügü belirsiz bir kipirtiyla geziyorum nicedir... Bir de sen çildirtma beni... Krizdeyim ben... Tembelligin sirasi degil, uyamam sana... Al git serçelerini sabahlarimdan, çaglalarina, kokularina hakim ol. Meltemlerine söyle, deli gibi islik çalip sokaga çagirmasinlar beni... Bulutlarin üsüsmesin basima... Girme kanima benim... yoldan çikarma!..
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyaklarin en etkilisi, Sevdanin suç ortagisin. Kiyma bana!..
Biliyorum çünkü, yine kandirip yesillendireceksin aska; gövdemi azdirip sonra birden çekip gideceksin. Tam kanim kaynamisken sana, toplayip allarini morlarini, beni bir kurakligin ortasinda terk edeceksin... O iple çektigim isigin, dayanilmaz olacak o zaman...
Ne o delismen sabahlar kalacak, ne günaha çagiran çapkin eteklerin uçustugu gün batimlari...Tembel kuslarin sakimaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan... Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarinda...
Yeserttigin çiçekler yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz... Hayat, bir ezik otlar diyarina dönüsecek yeniden... yüregim viraneye... Her bahar sarhoslugu gibi, geçecek bu sonuncusu da... Ebedi bahar, bir baska bahara kalacak. Iyisi mi, hiç azdirma ruhumu bahar... Is açma basima... Git isine! Yoldan çikarma beni!.. | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:58 am | |
| Bahar Gelme Üstüme Bahar, yalvarırım çek git işine!.. Salma üstüme çiçeklerini, ...aklımı çelme!.. Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek... Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem... Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek... Yapma bunu bana bahar, Böyle üstüme gelme...!
* * *
Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı... Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime... Kalbimin buzları erimiş. Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir... Bir de sen çıldırtma beni... Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana... Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol. Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni... Bulutların üşüşmesin başıma... Girme kanıma benim... ...yoldan çıkarma...!
* * *
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin, afrodizyakların en etkilisi, Sevdanın suç ortağısın. Kıyma bana...! Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin. Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin... O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman... Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin uçuştuğu günbatımları... Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan... Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında... Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz... Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye... Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da... Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.
* * *
İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar... İş açma başıma... Git işine! Yoldan çıkarma beni!..
Can Dündar | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:58 am | |
| Bahar Getirdim Sana
“Neyi arıyorsan sen, O’sundur” der Mevlana.. Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık.... Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır. Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü... Her aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir.
Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size... Aşk denilen kaleydoskobun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, binbir cam rengarenk ışıklar saçarak döndüğünde, her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça...
Aşklarınız hülasanızdır. Sevdiginiz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam paralar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz... Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır.
Yoksa halâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır... Aşk, narsizmdir. Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.
Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz. Narcissusu’u bilirsiniz; Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanazmazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü. Uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendisini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya... Yeryüzünün en güzel insanının öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O’nu her bahar açan gözel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş, Narcissus, nergis olmuş.
Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize... Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içinizdeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi “Bahar getirdim sana” deyin.
Baharın elinizde olduğunu unutmadan.. Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin... Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin... | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:59 am | |
| O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...
her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:59 am | |
| Hijyenik olmayan pamuklu cocuk bezi ile tahta besik ile buyuduk. Cocuklar icin guvenli kapaklar, kilitler, elektirik prizleri yoktu ve bisiklete kasksiz binerdik. Gidecegimiz yere yanimizda bir koruyucu ile degil yalniz giderdik hic bir rizikoyu dusunmeden. Otomobil de cocuk koltugu olmadan ve kemer baglamadan tasirdi bizi.
Cesmeden su icerdik.. Pasta yerdik, ekmek yerdik, sekerli icecekler icerdik ve fazla kilolarimiz yoktu cunku sokakta oynardik. 3-4 arkadas ayni siseden icerdik ve hicbirimiz olmezdik. Oyuncak arabalari haftalarca ugrasip kendimiz yapardik sadece fren yapinca nasil iz kaldigini gorebilmek icin. Problemlerimizi kendimiz cozmeyi ogrendik. Sabah evden cikip aksam sokak lambalari yanincaya kadar disarida kalabilirdik. Anamiz gece sokaktan bizi ceke ceke,bagira bagira alirdi. Kimse bize ulasamazdi cep telefonlarimiz yoktu.
Akillara zarar! Playstationlar, nintendolar, videolar, PC, 98 kanalli kablo yayini, internet, chat odalari yoktu. Arkadaslarimiz vardi sokaga cikar ve bulurduk onlari. Oynadigimiz oyunlarda bazen canimiz yanardi, agactan duserdik, heryerimiz cizilirdi, cesitli kazalar ve yaralar olurdu. Ama asla haklilik haksizlik kavgasi olmazdi. Doktora giderdik kimse de sucluluk duymazdi. Hatirlar misiniz kazalari? Dovusurduk, itisirdik mor lekeler olusurdu ama biz cabucak iyilesmesini ogrendik. Agac dallarindan celik comak oynardik birbirimizin gozunu oymazdik. Komsu bahcesindeki kiraz agacina dalardik. Bilirmisiniz "dalmayi" meyva bahcesine "dalmayi" dut agaclarinin tepesinde dolasmayi onu sallamayi ve ortunun uzerinden dut yemeyi bilirmisiniz?
Onceden haber vermeden bisikletle veya yuruyerek bir arkadasimiza gidip zili calardik, iceriye girip saatlerce oynar konusurduk(Dusunebiliyormusunuz habersiz) Eger dogru zamanda gelmediysek iceri giremezdik. O zaman da hayal kirikligini ogrenirdik, herseyin istedigimiz gibi ve istedigimiz zamanda olamayacagini ogrenirdik. Ogretmenlerin daha cok zamani vardi ve neseliydiler. Herkes koleje gitmezdi, gitmeyenler aptal sayilmazdi. Kuafor de olunabilirdi. Sans-talih-kader-kismet sattiniz mi sokaklarda. Bagira bagira. Sonra kutudaki gofretleri oturup bir kosede gizlice yediniz mi siz?
Yaptigimiz herseyin arkasinda dururduk ve tutarliydik. Okulla veya kanunla celiskide oldugumuzda ailemiz bizi dislar mi dusuncesi yoktu. Sorumluluk sahibiydik ve herseyi basardik.!!!.." Evet biz basardik ve cocuklugumuzu yasadik doya doya...
Evet biz cocuktuk.
Can DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:59 am | |
| Calis calis nereye kadar?
Hirs
Amerikalı bir zengin, iş seyahati sırasında Meksika'nın küçük bir kıyı limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı. "Merhaba balıkçı" diye seslenmiş, Bu balıkları ne kadar zamanda tuttun?" "Bir iki saatimi aldı" demiş balıkçı.
>İştahlanmış bizim işadamı; "Ee, niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın?" diye sormuş. "Bu kadarı bize yetiyor da ondan" diye omuz silkmiş balıkçı. Şaşmış balıkçının bu kanaatkarlığına işadamı; Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki" diye üstelemiş.
Balıkçı, özetlemiş bir gününü: "Sabahları açılır, biraz balık tutarım. Sonra çocuklarımla oynarım. Öğleyin karımla biraz siesta yaparım. Akşamları amigolarla beraber gitar çalıp şarap içer, geç vakte kadar eğleniriz. Oldukça meşgul sayılırım senyor".
Gerinmiş Amerikalı: "Bak" demiş "..ben sana yardımcı olabilirim. Bu işe daha çok zaman ayırmalısın. Daha büyük bir tekne bulup daha çok balık tutmalısın. Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa sürede tuttuğun balıkları doğrudan işletme tesislerine satarsın. Hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun". Balıkçı merakla "Bunları yapmak kaç sene alır sinyor" demiş:"15-20 yılda halledersin" demiş Amerikalı, "Ama sonrası daha parlak: Zamanı gelince şirketini halka açarsın, hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın." Milyonlar ha..." diye tekrarlamış balıkçı... "Eeee... sonra?" "Sonra emekli olursun. Küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin. İstersen zevk için balık tutarsın. Çocuklarınla oynar, karınla keyfince siesta yaparsın. Akşamları da arkadaşlarınla şarap içip gece yarısına kadar gitar çalarsın. Nasıl...? Mükemmel değil mi? "Balıkçı cevap vermiş,"Sence ben şu anda ne yapıyorum!?.. " Bir an olsun durup düşünseniz; "Bütün bu telaş ne için?.." Arada denize açılıp, çocuklarınızla oynaşmayacak, dostlarınızla gitar çalıp şarap içemeyecek olduktan sonra onca koşturmanın ne anlamı var? Hırsla örülü onca yılın vaat ettiği final, halen yanı başımızda duran mutluluksa, bu yarışa ne gerek var? >>>>CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:59 am | |
| Ben üniversitedeyken bıyıklıydım.Bıyık sevdiğimden mi? Hayır! Yakıştığından? Hayır! Bıyıklıydım, çünkü bıyık yasaktı.
12 Eylül, YÖK aracılığıyla hem öğretim üyelerine, hem öğrencilere bıyığı yasaklamıştı.Bize tıraş dersi verenlere öyle kolay lokma olmadığımızı göstermek, kesmemekte direnen hocalarımızı sahiplenmek için hemen hepimiz bıyıklıydık. Bıyık bir simge miydi? Evet! Possa solcuyduk, sarkıksa sağcı, imam bıyığıysa İslamcı... Ne zaman kestik? Yasak kalktığı zaman...
* * *
Evet, türban da bir siyasal simgedir. Demirel'in fötr'ü, Ecevit'in kasketi kadar "temsili bir simgedir." Toplumsal iletişimin zayıf olduğu baskıcı toplumlarda herkes, simgeleri aracılığıyla konuşur birbiriyle...Cem Uzan yolsuzlukla suçlandığı dönemde saflığı simgeleyen bembeyaz bir gömlekle çıkıyordu kitlelerin karşısına...******, Ecevit'e karşı gençliğini kanıtlamak için kot giyiyordu.Meclis'te bir milletvekili "laiklik simgesi" kravatını beline bağlıyordu.Çiller askerle dağa çıkarken oğlunun botunu giyiyordu. Simgeler konuşuyordu.
* * * Bu anlamda türbanın siyasal bir simge olduğunu tekrarlayıp durmanın bir yararı yok.Onu simge olmaktan çıkaracak şey, ardındaki soruna çözüm bulmaktır. "Arabistan'a gitsinler" demek çare değil. Aynı ses 40 yıl önce de "Komünistler Moskova'ya" demişti. Bu, solcuları Moskova'ya göndermeye değil, gençleri kamplaştırıp sokaklara dökmeye yaradı. "Türbanlılar Arabistan'a" çağrısı da aynı işe yarar. Nitekim Erdoğan'ın "Sen git Arabistan'a" cevabıyla amaç hasıl olmuş, kamplar yerlerine kurulmuş, tribüne oynayanların gösterisi başlamıştır. "Komünistler Moskova'ya gitsin", "Türbanlılar Arabistan'a", "Kürtler Barzani'nin yanına..." Sadece sürgün müdür, siyasetçinin üretebildiği çözüm?
* * *
Beni asıl şaşırtan, doğrudan kadınların canını yakan bir konunun sürekli erkekler arasında tartışılıp durması...Baba baskısıyla örtünmeye zorlanan onlar... Gönüllü örtündüyse de okul kapısında düşman gibi görünen onlar... Türbanı çıkarıp peruk takmaya zorlanarak ikiyüzlülüğe itilen onlar... Okuldan atılıp bu kez de koca baskısının koynuna atılan onlar... "Örtün" ya da "Açıl" diye itilip horlanan, üzerlerinden siyaset yapılan onlar..."Siz ne hissediyorsunuz?" diye hiç sorulmayan o kızlar, kadınlar, kendileri adına ya da kendilerine karşı konuşarak prim yapmaya çalışan erkeklerin malzemesi, pasif izleyicisi konumundalar.
* * *
Çözüm için ne Demirel'e ne Erdoğan'a ihtiyacımız var. 70 model kamplaşmalara, laf cambazlıklarına, ucuz polemiklere karnımız tok artık...Kimsenin sürülmesine de razı değil gönlümüz... Asıl ihtiyacımız olan şey "empati"... Karşımızdakinin derdini, mesajını, kaygısını anlayabilmek... Hayata bir de onun penceresinden bakabilmek... Herkesin birbirine saygı içinde, özgürce var olabileceği ortak bir yaşam için çözümler üretebilmek.... Siyasetin işidir bu... Yapabilen büyür, yapamayan gider: Suudi Arabistan'a değil; tarihin çöplüğüne. | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:59 am | |
| Bağlanmayacaksın
Bavulları hep toplu durmalı insanin... Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı... Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli... İhanetlere, terk edilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı... Yalnızlığa alışmalı... Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma, günümüzün borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık... Bireyin kesif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı. Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; Zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır...
İşte o yüzden alışmalı yalnızlıklara... Sokaklar dolusu ıssızlıkla baş başa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başını dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı... Romanlardan, yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına... "Yalnızlık paylaşılmaz/Paylaşılsa yalnızlık olmaz" Dizeleriyle başlamalı güne... Telesekretere "Su anda size cevap verebilecek kimse yok! " denmeli, "Belkide hiç olmayacak..." cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı... Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır. Haklılığın onuru yaşatır insani... Susmanın utancı öldürür... O yüzden en sessiz gecelerde "Doğruydu, yaptım" la teselli bulmalı insan.
Feryada komşuların yetişmemesine, Soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı... Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, Kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı... Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, Ama hep kalıp savaşacak kadar gözü pek olabilmeli... Sessizliği, sese dönüştürebilmeli... Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan... Yollarla barışmalı... Yalnızlığa alışmalı...
Can Dündar | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:59 am | |
| “Neyi arıyorsan sen, O’sundur” der Mevlana.. Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık.... Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır. Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü... Her aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir. Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size... Aşk denilen kaleydoskobun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, binbir cam rengarenk ışıklar saçarak döndüğünde, her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça... Aşklarınız hülasanızdır. Sevdiginiz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam paralar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz... Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır. Yoksa halâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır... Aşk, narsizmdir. Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor. Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz. Narcissusu’u bilirsiniz; Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanazmazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü. Uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendisini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya... Yeryüzünün en güzel insanının öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O’nu her bahar açan gözel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş, Narcissus, nergis olmuş. Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize... Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içinizdeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi “Bahar getirdim sana” deyin. Baharın elinizde olduğunu unutmadan.. Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin... Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin... Can DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 9:59 am | |
| Bahar, alıp başını gitmelerin mevsimidir. Sebepsiz yere bazen... Önünü ardını hesaplamadan... Hesapsız, kitapsız çekip gitmelerin mevsimidir bahar...
Bir bakarsınız kekik kokulu bir nisan sabahı koparıp alıverir sizi hayattan... Çiçek açmış bir kiraz ağacının hayaliyle yollara düşersiniz.
Demir alır gönlünüzün limanındaki gemiler... Açılır gidersiniz...
Aradığınız belki yüzülmemiş denizlerdir, belki keşfedilmemiş sevdalar, belki hiç yazılmamış satırlar...
Yüzmenin, sevmenin, yazmanın heyecanıyla coşarsınız.
Dünyaya sırtınızı dönüp yürürken, o yaşanmamışlıkların izini sürersiniz kuytularda... Ve çoğu zaman kendinizle karşılaşırsınız umulmadık bir köşebaşında...
Elele tutuşur yürürsünüz içindeki çocukla...
O'nu büyütmekten korkarak...
* * *
Önünde bir nisan sağanağı varsa, geriye dönüp bakası gelmez insanın...
Oysa fotoğrafları henüz tazedir dünün ayazlı gecelerinin... Kışı birlikte aştığınız dostluklar sımsıcak durur yüreğinizde... Sadakatin ve yerleşikliğin güvenli kolları huzur vaadeder ardınız sıra...
Gel gör ki baharın kokusu dayanılmazdır. Ilık bir rüzgar ruhunuzdaki isyanı okşar. "Hadi sokağa" diye bağıran sirenler çalar içinizden... Derinliklerinizde tutuşturulmayı bekleyen alevler kı vılcımlanır. Kalbinizden havalanan güvercinlere şaşakalırsınız.
Sanki gitmek sadakattir: kalmaksa ihanet...
100 günü aşkındır bu köşede Yeni Yüzyıl haftasonlarında birlikte olduk sizlerle...
Güldük çoğu zaman ya da kızdık öfke dolu sözcüklerde... Mahzunlaştığımız da oldu, çocuklaştığımız kadar...
Yeni sözler söyleme derdine düştük, eskiye sırtımızı dönmeden...
Zorlu bir kışı, kırık dökük satırları ufalayıp ateşleyerek geçirdik.
Yeni bir yüzyılın silueti gülümsedi siz sayfaları çevirdikçe... "Ha doğdu, ha doğacak" denilen gazete, yeni kızlar, yeni oğlanlar doğurdu yeni doğacak bir yüzyıl için...
Sonra nisan geldi...
Sokakta direnilmesi imkansız bir çimen kokusu... içinin bir yerinde yuvadan erken ayrılmanın, sokakta hırpalanmanın korkusu...
Lakin bahara söz geçirmek ne mümkün...
Bir kez çiy düşmeye görsün kış mahmuru bedenlere...
...Coşkuları dizginleyebilene aşkolsun...
* * *
Bu yüzden izin istiyorum sizlerden... Bu köşe (kış köşesi) baharla buharlaşıyor.
Geriye bakınca hüzünleniyorum elbet...
Çünkü geride güzel bir doğuma ortak olmanın tatlı heyecanı var. Ve paylaşılmış köşelerde benzer duyarlılıklar... Ve sımsıcak dostluklar...
Ama önümsıra yüzülmemiş denizlerden iyot kokuları çarpıyor burnuma... Yeni Yüzyıl'ın ilham verdiği baharlar çağırıyor.
Şimdi gitmek sadakattir, kalmaksa ihanet...
O yüzden bir an önce kanatları takıp, uçmakta yarar var... Yeni baharlarda, yepyeni bahar şarkıları söyleyebilmek için...
Hep beraber...
ALINTI ..... CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 10:00 am | |
| Keşke -Can DÜNDAR Teypte eski bir Cohen şarkısı:
'Yolumu gözleyen bir kadını terk ettim / karşılaştık bir süre sonra /‘Gözlerinin feri sönmüş’ dedi bana: / ‘Aşkım, ne oldu sana? ’/Böyle gerçeği söyleyince / ben de doğru söylemeye çalıştım ona /‘Senin güzelliğine ne olduysa’ dedim, / ‘benim gözlerime de o oldu’.
8 - 10 dizeye sıkışmış hazin bir aşk hikayesi... Buruk; kırılmış oyuncaklar kadar... Ve yenik; 'keşke'li cümleler gibi... Bu sözcüğü kaç konuşmanızın başına eklemişseniz onca ıskalamışsınızdır hayatı...
Dört mevsimlik bir sene olsa ömür, 'keşke', onun güzüne denk gelir. Hepten vazgeçmek için erkendir, telafi etmek için geç...
Mağlubiyetin takısıdır 'keşke'... Kaçırılmış fırsatların, bastırılmış duyguların, harcanmış hayatların, boşa yaşanmış ya da hakkıyla yaşanamamış yılların, gecikmiş itirafların ağıtıdır.
Çarpılıp çıkılmış bir kapıda, yazılıp yollanmamış bir mektupta, göz yumulmuş bir haksızlıkta, vakit varken öpülmemiş bir elde, dilin ucuna gelip ertelenmiş bir sözdedir.
Feri sönmüş bir çift gözde ya da yitip gitmiş bir güzelliğin ardından iç çekişte...
'Yolunu gözlemeseydim', 'öyle demeseydim', 'terk edip gitmeseydim', 'en güzel yıllarımı vermeseydim' diye diye sızlanır gider.
'Keşke'nin panzehiri 'iyi ki'dir. İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir.
'Keşke', çoğunlukla bir 'ahh kopup gelir ciğerden... esefler, hayıflanmalar, yerinmeler sürükler peşinden...
'İyi ki' ise, muzaffer bir 'ohh büyür; cüretiyle övünür.
'Keşke'li cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu kuruluğu varsa, 'iyi ki'lilerde de göze alabilmişliğin, riske girebilmişliğin, tadına varabilmişliğin mağrur yaraları kanar.
Okulu hiç kırmamışsınızdır, sinemada öpüşmemişsinizdir; dokundurtmamışsınızdır kendinize, bir kez olsun gemileri yakmamışsınızdır.
Konuşmanız gerektiğinde susmuş, koşacağınız zaman durmuş, sarılacağınız yerde kopmuşsunuzdur.
Bir insana, bir işe, bir davaya ömrünüzü adamışsınızdır. O insanın, o işin, o davanın, bunu hak etmediğini sezmenin hayal kırıklığındadır 'keşke'...
'Şimdiki aklım olsaydı' dövünmesindedir. Geriye dönüp baktığınızda, ayıplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda edilmiş, 'Ne derler'e kurban verilmiş, son kullanma tarihi geçmiş bir yığın haz, bilinçaltından el sallar.
'Keşke'cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır.
'İyi ki' öyle mi ya! ...
Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır.
'İyi ki'lerinizi toplayın bugün ve 'keşke'lerinizden çıkartın. Fazlaysa kardasınız demektir.
Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara... Rüzgarlarla koştunuz ya...
'Keşke'leriniz, 'iyi ki'lerden çoksa... Telafi için elinizi çabuk tutun. Tutun ki, yolunuzu gözlerken terk ettiğinizle bir gün yeniden karşılaştığınızda siz susarken, feri sönen gözleriniz 'keşke' diye nemlenmesin... | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 10:00 am | |
| Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...
Sokağa fırlayacaksın...Sokaklar da dar gelecek...
Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi
Ne denizin mavisi açacak içini , ne pırıl pırıl gökyüzü...
Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek,
Bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksin.
Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan
“Önemli olan sağlık yaşamak güzel, boş ver her şey unutulur”
Sen hiçbirini duymayacaksın....
Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin...
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek,
Az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin....
Hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
“Ölüme çare bulundu” veya “Yarın kıyamet kopacakmış” deseler,
Başını kaldırıp “Ne dedin” diye sormayacaksın...
Yalnız kalmak isteyeceksin...
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak
İkisi de yetmeyecek...Geçmişi düşüneceksin
Neredeyse dakika dakika, Ama kötüleri atlayarak...
Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin...
Gittiğin yerlere gitmek...
Bu sana hiç iyi gelmeyecek...Ama bile bile yapacaksın
Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın...
Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin...
Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin...
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin
Herkesi ona benzetip , kimseyi onun yerine koymayacaksın...
Hiçbir şey oyalamayacak seni. İlaçlara sığınacaksın...
Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutamayan;
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
Bütün şarkılar sizinmiş gibi gelecek...
Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
Sabahı iple çekeceksin...
Bazen de “Hiç güneş doğmasa” diyeceksin...
Ne geceler rahatlatacak seni ; ne gündüzler...
Ölmeyi isteyip ölemeyeceksin...
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin;
Nafile...
Düşünmesi bile tahammül edilmez gelecek...
Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin...
Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin...
Telefonun çalmasını bekleyeceksin... Aramayacağını bile bile...
Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...
Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla, yüreğin burkulacak, canın yanacak...
Bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın...
Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için nefret edeceksin...
Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...
Onunla hiçbir anının olmadığı yerlere gidip yerleşmek ...
Ama bir umut...Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu ...
Bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
Gelgitler içinde yaşayacaksın...
Buna yaşamak denirse...
Razı mısın bütün bunlara...?
Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
O halde aşık olabilirsin...
CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 10:00 am | |
| Sil
Yeni cep telefonuma eskisinin rehberini geçiriyordum dün... Baktım, bazı isimlerin numaraları duruyor; kendileri yok... Bir deprem sonrasının hazin sınıf yoklaması gibi: "- Cem Karaca?" "- Yok!" "- Barış Manço?" "- Yok!" "- Erol Mutlu?" "- Yok!". "- Melih Kibar?" "- Yok!" * * * Sanki mazinin kumsalına yazılmış isimler... Eninde sonunda geleceğini adımız gibi bildiğimiz halde hiç gelmez zannettiğimiz bir dalga geliyor ve yıllar yılı özene bezene sahile işlediğimiz o güzelim yazıları bir darbede siliyor. Kum gibi dağıtıp ummana sürüklüyor. Sonrası boşluk... Sonsuz bir boşluk... * * * Yitik dostların, tanışların ekrandaki isimleri üzerinde geziniyor parmağım... "Sileyim mi" diye soruyor telefon... Başparmağın ucunda bir ömür... Can, bir tuş mesafesinde... "Sil" komutuna elim varmıyor. "Sil"mek ihanet gibi geliyor. * * * Rehberim isim dolu... Kimi canlı, kimi ölü... "Sil"meye kıyılamamış nice isim, yaşayanlarla birlikte duruyor orada... "Yaşayanlar" dediğim, sırasını bekleyenler... Kim bilir hangisi, hangisinin ardı sıra... "Ha 3 gün önce, ha 5 gün sonra..." Kimi vakitli, kimi apansız, bir anda... Rasgele arıyorum yitenlerden birini... Gençten bir kadın sesi yanıtlıyor: "Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor." Gelecekte ulaşılması da mümkün görünmüyor. "Daha sonra tekrar deneyiniz" tavsiyesine gülüyorum. Denemeye söz veriyorum. Ölmüş de hafızadan silinmemiş dostlar, ölmeden silinenlerden daha uzun yaşıyor bu rehberde... * * * Hep merak ederim: Nereye gider bu bilgisayarların, cep telefonlarının posta kutularından silinen mesajlar, mektuplar, yazılar... Onca harf, cümle, satır?.. Sanal âlemin görünmez kablolarına tutunup bir ekrandan yüreklere ulaşan haykırışlar, özlemle tuşlanmış, mesaj kutularında saklanmış aşklar... ne olur silinince?.. Uzay boşluğunda dağılır mı? Yoksa bir yerlerde saklanır mı? Bir gün yeniden toplanır mı? Silinmiş yazılar diyarında... Bir pişmanlık kurultayında... Ya ölenler? Onlar hangi keşfedilmemiş ülkeye gider?.. * * * Galiba hayattan kayıt sildirdikten sonra ilkin gelip sevenlerinin hafızasına kaydoluyorlar. Bilgisayar gibi değil insan hafızası... Bir tuşluk "sil" komutuyla silmiyor sevdiğini... silemiyor. Emir, ferman dinlemiyor. Hatıralara sarıp saklıyor orada... anıyor, yâd ediyor, "yaşatıyor". Belki hiç unutmuyor ve yanına gidene dek orada koruyor. Belki -5-10 yıl sonra- bir gün "hafızası doluyor", onu silip yerine bir başka ismi yazıyor. İşte insan asıl o zaman "sil"iniyor. Sözün özü, demem o ki; Unutmazsak yaşatırız! | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 10:00 am | |
| TOP
ADAM YAZIYOR... SANIRIM HEPİMİZ AŞAĞI YUKARI AYNI DURUMU YAŞIYORUZ! Hayatın havaya attığımız 5 topla oynanan bir oyun olduğunu düşünelim: Bu toplar;
- İşimiz, - sevdiğimiz, - sağlığımız, - dostluklarımız ve - benliğimizdir.
Bu 5 top içinde bir tek "işimiz" lastik bir toptur. Düşürürsek zıplatabiliriz. Ancak diğer 4 top camdan yapılmıştır. Düşerse kırılır, yerine konulamazlar. Bunu fark etmeli ve hayatımızı bu dengeye göre kurmalıyız. Oysa hepimiz o ilk lastik topu tutabilmek uğruna diğerlerini kırıp dökmüyor muyuz?
"Neyi ariyorsan sen O'sundur" der Mevlana... Zulmün pesindeysen zalimsin,aski ariyorsan asik...
Elinden tuttugumuz her sevgili, bizi sürükleyip,kendi iç dünyamizin derinliklerinde bir kesif gezisine çikarir. Her iliski, benligimizde bir kazidir aslinda, her sevda ruhumuzun bir baska yüzü...
Her askta kendimizi arariz; o yüzden bulduklarimiz, benzerimizdir. Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakin yüzlerine,onlarin suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktir size... Ask denilen kaleydoskobun buzlu camina gözünüzü dayadiginizda, binbir cam rengarenk isiklar saçarak döndügünü ve her seferinde bambaska sekiller ördügünü görürsünüz. Her camda, farkli bir renginiz vardir; her sekilde sizden bir parça... Asklariniz hülasanizdir. Sevdiginiz her adam,beyendiginiz her kadin farkli ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam parçalar yer degistirip yeni sekiller alir ; hepsi siz... Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki isigin yansimasidir aslinda; dilindeki sizinilhaminiz, tenindeki sizin isiniz...
Yoksa hala bir sevdiginiz, o henüz kendinizi bulamadiginizdandir... Ask, narsizmdir. Sevda, çevrildikçe içinizin farkli asiklarini yakan eglenceli bir kaleydoskop gibi basimizi döndürüyor. Ve biz,hep bahari takip ederek dünyayi gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharlari ariyoruz. Narcissusu'u bilirsiniz;Öyle heybetli ve güzelmis ki, bakmaya dayanamazmis kendine...
Gün boyu ayna karsina geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarini, kivircik saçlarini seyredermis hayran hayran... Bir gün irmak kenarinda gezinirken, sudaki yansimasina ilismis gözü... Uzanip,iyice bakmak istemis. Tam gördügünde kendini,dengesini kaybedip düsüvermis irmaga, kapilip gitmis suya... Yeryüzünün en güzel insaninin öldügünü duyan Tanri, unutulmamasi için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçege dönüstürmüs. Narcissus, nergis olmus. Kissadan hisse,benden size tavsiye,taze bir nergis verin bugün sevgilinize...
Sonra da, nerede baharsa mevsim,rotasini oraya çevirip içinizdeki eski baharlara kosan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin, baharin elinizde oldugunu unutmadan... Gözlerindeki irmaga baktiginizda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düsmeyin! Düsüp bahar kokulu bir çiçege dönüsmeyin...
**CAN DÜNDAR** | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 10:00 am | |
| "İşlerim çok. Başka hiçbir şeye bakamıyorum."
Bu lafı bir kişiden daha duyarsam, büyük ihtimalle katil olacağım. Mailime iki satır bile cevap yazmayanlar "çok yoğun"; bir şey anlatmak için söz verip haftalarca sesi çıkmayanlar "çok yoğun"; benden başka herkes ama herkes çok yoğun.
"Aaa tabii; onun için konuşmak kolay. Evde oturup yazıyor sadece. Çalışmaktan haberi yok."
İstesem ben de "çok yoğun" olabilirim. "Bugün şunu yetiştirmem lazım; yarın şuraya gidip yazı konusu bulmam lazım, birkaç ay içinde romanımı bitirme planım var, sarkmaması lazım, o lazım, bu lazım..."
Hayatı boşvermek istedikten sonra "yoğun" olmaktan kolay mazeret yok ki. Hatta sadece yemek pişirip, alışverişe çıkıp, dizi izleyip yaşayarak da "yoğun" olabilirsiniz.
"Sinemaya gidemem ki, bugün temizlik yapacağım." E yapma.
"Ay seni arayacaktım, hep aklımdasın ama işlerden başımı kaldıramıyorum ki..."
Kainatın en saçma ve zeka özürlü mazereti. Yani "kafama uçan daire düştü, hastanedeydim" deseniz daha inandırıcı olur.
Normalde hiç kimse hayatının 24 saatini çalışarak geçirmez. En azından yemek yemek, uyumak ve tuvalete gitmek için ara vermeniz gerekir. Ve bu aralarda sevdiğiniz insanlarla en azından telefonda konuşabilirsiniz, değil mi? Ben bir insana vakit ayırmamanın mazereti olarak "çok çalışıyorum"u kesinlikle kabul etmiyorum. Eğer biriyle aylarca görüşmüyor ve "işlerim var, ondan" diyorsanız, bunun iki anlamı vardır:
a- Ben aynı anda iki işi yapamam. Doğal olarak çalışırken araya kimseyi katamam. Merdiven çıkarken çiklet de çiğneyemem. Hayatım allak bullaktır. Zaman nasıl değerlendirilir bilmiyorum.
b- Seninle görüşmek istemiyorum.
c- Ciddi anlamda işlerim yüzünden görüşemediğimizi sanıyorum. Bu mazerete gerçekten inanmışım. Kimi kandırıyorum ki?
(Son şıkkı kabul edecek babayiğit pek bulunmaz.) Ve hiç kimse beni birinci şıkka inandıramaz. Çünkü biriyle görüşmek isterseniz, mutlaka vakit ayırırsınız.
Bu aralar üst üste birkaç kişiyle bu "çok çalışıyorum da; başka bir şeye bakamıyorum" muhabbetini yaşadım; konuya o yüzden taktım. Bir insandan örnek vereceğim. Şu an için kendimi örnek veremem çünkü "evde çalışan yazar" olduğum için kimsenin beni iş konusunda ciddiye aldığı yok. Neyse canım, bana ne? Ben yazıyor muyum? Yazıyorum. Paramı alıyor muyum? Alıyorum. Gerisi beni hiç ilgilendirmiyor. Ama şunu da belirtmem gerek. Öğrencilik hayatım boyunca hiçbir zaman derslerin, sınavların, çalışmaların, zevklerimin önüne geçmesine izin vermedim. Benim için okul her zaman ikinci plandaydı. Eğer çok sevdiğim bir film oynuyorsa, yarınki sınava çalışmayı birkaç saat sonrasına erteledim ve filmi izledim; canım ertesi günü ödev yetiştirmeye oturmadan önce gezmek istediyse çıkıp gezdim; ders çalışmayı planladığım gece bir arkadaşım "haydi sinemaya gidelim" dediyse herşeyi olduğu gibi bırakıp sinemaya gittim. Çünkü benim için "sevdiğim insanlar" ve "kendime vakit ayırdığım hayatım" herşeyden önemliydi. Hayatımda hiç kimseyi "çalışmam gerek" diye geri çevirmedim.
Bir arkadaşa "hayır, eve gideceğim" dediysem, bu o anda eve gitmek istememden başka bir sebebe asla dayanmadı. En önemli işin başında da olsam, bir dostum "seninle konuşmaya ihtiyacım var" dediğinde ben tüm işleri bırakırım. Çünkü hiçbir şey, çevrenizdeki sevgi ve sahip olduğunuz yüreklerden daha önemli olamaz. Hayat kısacık, acayip bir şey. Hırslarla, kıskançlıklarla ve eşek gibi çalıþmakla bitirilemeyecek kadar da değerli. Elbette boş boş oturun demiyorum. Çünkü hayat aynı şekilde, boş boş oturulmayacak kadar da değerli. Ama iş dediğiniz şey, sevdiklerinizle, kendinizle, hobilerinizle geçireceğiniz zamanın tamamını çalıyorsa, inanın bunda büyük bir terslik vardır. Kendini çalışmaya ciddi bir biçimde adayan ve sevdiklerine zaman ayıramayacak kadar işlerine gömülmeyi kendi özgür iradesiyle seçen kişiler de var tabii. Ben böylelerinin asla evlenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Ve bu, kesinlikle tahammül edebileceğim bir kişilik tarzı değil.
Neyse, geçeyim örnek kişime: Ben ortaokul hayatım boyunca Soma'da yaşadım. (Oradaki hayatım da alemdi aslında. Bir ara onu da yazayım...) Anlatacağım kişi, bir arkadaşımın babası. (Ailecek de görüşüyorduk; aynı apartmandaydık.) Adam her sabah en geç altıda işe gitmek zorundaydı. (Mühendisti galiba. Maden ocaklarına çıkıp oradaki işleri yürütüyordu.) Yani haftanın beş günü, ciddi anlamda "sabahın körü" diyebileceğiniz bir saatte işinin başında olmalıydı. Bu durumda erkenden yattığını ve hafta içi başka hiçbir şeye vakit ayıramadığını düşünürsünüz, değil mi? En azından benim hayatımdaki "yoğun insanlar" için bu çalışma tarzı "işe git, eve gel, yemek ye, uyu, işe git, eve gel, yemek ye, uyu" düzenini gerektiriyor. Ve hafta sonları da "hafta içinin yorgunluğunu bir türlü atamıyorum" diye evde yatarak geçirilirdi. Aşırı yoğun çalışma temposu yüzünden bunlara laf da söylenmezdi. Çünkü "çok çalışıyorum, görmüyor musun?" demeleriyle, her türlü tartışma anında biterdi. Peki arkadaşımın babası böyle mi yaşıyordu? Büyük harflerle cevap veriyorum:
HAYIR, ASLA... Akşam eve döndüğünde sosyal hayatı başlardı. Yemek bazen evde, bazen bizim de dahil olduğumuz dost topluluğuyla beraber dışarıda yenirdi. Sonra mutlaka birinin evinde toplanılır; eğlence gırla giderdi. Bu adam işinin dışındaki tüm vaktini sevdikleriyle geçirir ve karısına asla yalnızlık hissettirmezdi. Hemen hemen her hafta sonu mutlaka ya Dikili'ye ya da Aliağa'ya yemeğe giderdik. Asıl çarpıcı örneğimi daha vermedim. Haftanın her günü sabah altıda işte olan ve akşam hava kararınca eve gelen bu adam, (bazen cumartesileri de çalışıyordu galiba) evlilik yıldönümünde karısını Soma'ya iki saat uzaklıkta olan İzmir'e götürdü. Hayır, hafta sonu değil. BÜTÜN GÜN çalıştığı bir günün akşamında eğlenmek için gittiler ve gece yarısını geçe döndüler. Ertesi gün de bu adam tekrar sabahın köründe işine gitti!!!
Hiç kimse bana hiçbir şey için "çok meşgulüm, çok yoğunum, vaktim yok da ondan" gibi bir mazeret sunmasın. Ben inanmıyorum. Eğer biri beni aramıyorsa, aramak istemediği içindir. Eğer benimle görüşmüyorsa, görüşmek istemediği içindir. Ben başka HİÇBİR mazereti kabul etmiyorum. Son örneğimin ardından bu yazıyı bitirebilirdim. Çünkü gerçekten başka hiçbir lafa gerek yok. Vakit ayırmak istersen, istediğin herşeye ve herkese vakit ayırabilirsin. Ama müsaadenizle ben bu konuyla ilgili söylenmiş ve gerçekten çok hoşuma giden sözlerden de bir demet sunmak istiyorum. Bunları herkesin çerçeveleterek duvarına asması gerek. "İşim var, vaktim yok" diye saçmalamaya ve daha da korkuncu bu saçmalığa kendimiz de inanmaya başlarsak acilen okuyup kendimize geliriz:
-İşinizin çok önemli olduğunu düşünüyorsanız, bu sinirlerinizin ciddi biçimde bozulduğunun en açık göstergesidir. (Bertrand Russell)
-Mutluluğun formülü, gerektiğinde önemsiz şeylerle meşgul olabilmektedir. (Edward Newton)
-Bitap bırakan günlük yaşam, ancak bir aptalın karşılaşabileceği bir hayat krizidir. (Anton Çehov)
-Eğer boş zamanınız yoksa, ruhunuzu kaybediyorsunuz demektir. (L. P. Smith)
-Kalitenizin ölçüsü, boş zamanlarınızda ne yaptığınızdır. Medeniyetlerin kalitesi de insanlara sağladığı boş zaman ve bunun kalitesi ile ölçülür. (Irwin Edman)
-Babam bana çalışmayı, fakat işin esiri olmamayı öğretti. Şimdi okumanın, hikaye anlatmanın, şakalaşmanın, konuşmanın ve gülmenin iş kadar; hatta ondan da önemli olduğunu biliyorum. (Abraham Lincoln)
-Boş zamanı iyi değerlendirmek, çok ciddi bir sorumluluktur. (William Russell)
VE BENİM FAVORİM:
"Yeterli zamanım yok deme. Büyük insanların da günleri 24 saattir..."
CAN DÜNDAR | |
| | | trpaylas Admin
Mesaj Sayısı : 415 Kayıt tarihi : 03/09/10 Yaş : 34 Nerden : Rize
| Konu: Geri: Can Dündar Şiirleri C.tesi Eyl. 04, 2010 10:01 am | |
| olgunluk
.......20 li yaşlara kadar iyilikle kötülüğün ülkesi, kalın sınır çizgileriyle ayrılıyor birbirinden. Sıkı dostları ve düşmanları oluyor insanın. Onları ölesiye seviyor ya da ölesiye nefret ediyor onlardan.
30 larında yalanı hakikatten ayırt etmeye başlıyor. İyi sandıklarının hıyanetiyle tanışıyor, sırtında dost işi hançer darbeleriyle; ve en kötü zannettiği şefkatle imdadına yetişiveriyor.
Zaman kanatlanıp da 40 ına yaklaştığında insan, iyiyi kötüden ayıran hudut çizgilerini birbirine karıştırıyor. İyilere nakşolmuş kötüyü ve kötülerin içindeki iyiliği de keşfediyor ademoğlu. Anlıyor ki, iyi insan/kötü insan yok; insanın içinde iyilik ve kötülük var, kötüyle iyi panzehiri değil birbirinin; kankardeşi.
İyilerle kötüler çekiştirmiyor ipi. İyilik ve kötülükten örülmüş ibrişimin kendisi.
Bunu anlayınca şaşmıyorsun nefretin birden şehvete dönüşmesine; acı girdaplarının içinde hazzın raksetmesine. Tevazuyla gurur, haysiyetsizlikle onur el ele yürüyor. İnsan, şuuraltındaki isyankarla sahtekarı, günahkarla tövbekarı birarada farkediyor. Benim, hükmeden ve boyun eğen, zulmeden ve acı çeken. Bunca şiddet kadar onca merhamet de benim eserim. Minneti nefrete, korkuyu cesarete, zaferi hezimete bulayan benim. Kundak bezime tıpatıp benziyor kefenim, hayatım muhteşem ve sefil, mağrur ve rezil, hayasız ve asil. Ben, hem örs hem çekicim.
İşte bu keşif kolaylaştırıyor yaşamı.. Anlıyorsun ki toplumlar gibi insanlar dakanlı iç savaşlarına borçlu ilerlemesini..
O zaman , iyileri kötülerden ayırmak gibi nafile bir uğraşı bırakıp -başta kendin olmak üzere- insanların içindeki iyiliğin peşine düşüyorsun; kıymet bilmeyi ve -yine başta kendin olmak üzere- herkesi hoş görmeyi öğreniyorsun.
Tükendikçe pahalanıyor zaman; günler azaldıkça uzuyor. Saçların gibi, seyreldikçe değerleniyor dostların. Günahları ve zaaflarıyla da övünüyor insanlar; sevapları ve zaferleri kadar.
Önemli değil kaç kez yenildiğin; önemli olan, kaç yenilgiden sonra yeniden doğrulabildiğin.
Bu paramparça ruhlardan, çelişkili duygulardan, çatışmanın açtığı yaralardan mucizevi bir ahenk çıkıyor ortaya
ki olgunluk diyorlar adına.....
CAN DÜNDAR | |
| | | | Can Dündar Şiirleri | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |