Sesi kısıktı. Zor konuşuyordu. Doktora gittiğinden bahsediyor, çok yıprandığını, artık her şeyin O'nu çok ama çok zorladığını söylüyordu. Uzun uzun konuştular. Hep "Sen nasılsın?" diyordu. Ya da "Peki ya sen?" diyordu. Aldığı cevaplar ise her seferinde aynıydı. "İyiyim, çok iyiyim" diyordu kız. Çünkü biliyordu ki küçük de olsa kötü olduğunu anlatan bir cümle kuracak olsa, cümleyi kuruşunun üzerinden çok geçmeden gidiverecekti adam, daha öncekilerde olduğu gibi. Hep böyle olmuştu. Daha ilk tanıştıklarında bile ona söylediği söz "Ağlama, sakın benim yanımda ağlama" olmuştu.
Her zaman ki konuşmalarından birisi olacaktı bu da. Kelimeler öyle çoğalıp büyüyordu ki içinde öyle kısacık zamanlara sığmıyordu. Sığsın isterdi aslında. Sığsın ve de büyümesin, daha fazla yer kaplamasın, incitmesin. Ama istemek yine boş yine anlamsızdı. Dilinin ucuna gelen kelimeleri ağzında geveledi, yutkundu. Boğazından gelen sesten irkildi. Sanki kelimeleri öldürmüştü ve bu ses son çığlıklarıydı.
Havadan, olmuş şeylerden, arkadaşlardan, köpeğinden, akıllara gelen hemen hemen her şeyden konuştular. Bir de kız erkeğe ülkedeki son haberlerden bahsetti. "Gitmeseydin…" diye başlayan cümlesini günlük haberlerle devam ettirdi. Öznel olan duyguları çıkarttı, yerine vatan millet,yeni seçilen parti, emeklilik hikayeleri koydu. Bir de son denediği irmik helvasının akıbetini anlattı.
-Göçmenler harika un helvası yaparlar.
-Eminim harika olması için göç ediyorlardır.
-Anlamadım?
-Bir kez daha aynı un helvasından yiyebilmek için yeni göçü beklemek lazım. Beklemeyi güzelleştiren giden olsa gerek.
Kısa süren bir sessizliğin ardından; "Bilmem ki…" dedi erkek. Sustu. Kendi kendine kızmaya başladı kız. Yine aynı hatayı yapmıştı. Bahsetmeyecekti. Her şey olağanmış gibi davranacaktı. Hayat devam ederken, ona kenarından köşesinden hiç bulaşmıyor gibi gösterecekti. Gün içerisinde O'nu hatırlatacak hiçbir şey olmadığı fikrini sabitleyip, artık üzülmediğini ispat edecekti. Yine beceremedi. Dilini dişlerinin arasında kuvvetlice sıktı. Ne oluyorsa onun yüzünden oluyordu. Susmuştu işte. Birazdan da " kapatmam lazım, yine konuşuruz" diyecekti.
-Yolculuk ne zaman?
Kız heyecanlandı. "Gidiyorum" dememişti. Titrek bir sesle;
-Yarın akşam, dedi.
- Harika, bunu bir iş gezisi olarak düşünme, yeni insanlar, yeni tadlar, yeni hayatlar… Ve o ülkeden ayrılıyorsun diye üzülme artık.
Kız sustu. Elleri titrerken telefonu zor tutuyordu. Güçlülük ispatı ancak bu ana kadarmış diye geçirdi içinden. Yanağındaki ıslaklığı fark ettiğinde; içinde gizlenmiş, gizlendikçe daha çok büyümüş hıçkırıkların boğazına düğümlendiğini anlamıştı.
"Sana son yolladığım plağı dinledin mi?" diye sordu erkek.
Yanıt alamadı. Telaşlandı.
"Beni duyuyor musun?"dedi… Yine koskocaman bir boşluğa çarpıp geri döndü sesi. Olduğu yerden ayağa fırladı. Elindeki telefonu kulağından çekip, baktı. Yine kulağına götürdü. Yine sessizlik…
"Biliyor musun, sen yanımda olsaydın bu kadar kötü bir halde olmazdım" dedi.
Sesi çarptı duvarlara
Çarptı , yüreğine
Çatladı duvardaki boya
Çatladı yüreğindeki duvar
"Sen yanımda olduğunda kendimi daha iyi hissettim hep." dedi.
Yaktı genzini koku
Koku sardı bedenini
Bedenini tuttu, sarstı
"Ne olur bir şey söyle…"
Aynı koku sardı , aynı anda farklı bedenleri
Aynı koku sardı, aynı anda farklı şehirleri
Farklı iki korku sardı, aynı anda farklı iki bedeni
Farklı iki korku ; farklı iki şehirde aldı iki bedeni …