Türkiye Paylaşım Platformu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Türkiye Paylaşım Platformu


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Çizme Neyi Ezmeye Çalışıyorsun

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
trpaylas
Admin
Admin
trpaylas


Mesaj Sayısı : 415
Kayıt tarihi : 03/09/10
Yaş : 34
Nerden : Rize

Çizme Neyi Ezmeye Çalışıyorsun Empty
MesajKonu: Çizme Neyi Ezmeye Çalışıyorsun   Çizme Neyi Ezmeye Çalışıyorsun I_icon_minitimeC.tesi Eyl. 04, 2010 9:19 am

Senaryosunu merhum Ömer Lütfi Mete’nin yazdığı Çizme filmi, genel mânâda Türkiye’de yaşanmış belli bir dönemin idare anlayışını küçük bir Karadeniz nahiyesinde, tek parti tarafından devrimlerin sadık savunucu olarak tayin edildiğini ifade eden bir nahiye müdürü ile nahiye halkının arasında geçen olaylar eşliğinde sahneliyor. Takvim yaprakları 17 Haziran 1950’yi göstermektedir ve bir ay öncesinde yapılan genel seçimler Demokrat Parti’nin zaferi ile sonuçlanmış, bütün jakobenliği ve baskıcı anlayışıyla Türk insanına kan kusturan tek parti dönemi sona ermiştir. Fakat nahiyenin dış dünyayla tek irtibat vasıtası olan radyo, müdürün seçim sonuçlarını öğrendikten sonra kendini kaybederek kırmasından dolayı iş göremez hâldedir ve halk merkezden hiçbir haber alamamaktadır. Müdür ise bu irtibatsızlığı fırsat bilerek hâlâ otoritesini sürdürme mücadelesi vermektedir. Filme ismini veren 'Çizme' ise halkın müdüre taktığı lakaptır. Otoritenin sürdürülmesinin tek göstergesi olarak ezanın orijinal hâliyle okunmasına engel olmaktan, nahiyede inancın yaşayan abidevî simgesi konumunda olan Bilâl Hoca’yı rahatsız etmekten başka da bir şey yaptığı yoktur. Film, yasaklanan ezanın tekrar serbestiyete kavuşması anına kadar gelişir ve ezanın okunuşuyla finale ulaşılır.

'Çizme' lâkabı boşuna verilmemiştir müdüre. Film boyunca müdürün ismini öğrenemeyiz, zira isim beşeriliğe tekabül eder ve bu nahiyenin müdürü 'beşeriyetini' otoritesine kurban verdiğinden, ismi hiç duyulmaz. Tepeden tırnağa otorite kesilmiş bu adama halk, ayağa giyilen bir eşya olan 'çizme' lâkabını uygun görür. Müdür film boyunca ayaklarından neredeyse hiç çıkarmadığı çizmelerine ciddi bir ihtimam gösterir ve hemen her zaman çamur deryası olan bölgede pırıl pırıl çizmelerle dolaşır. Halk, kendi ruh dünyalarından ziyade çizmelerine ihtimam gösteren bu müdürün yabancılığını ve yabansılığını bu kelimeyle dışarı vurur: Çizme! Canı ruhu olmayan, esprisiz, güç rütbesi hâline dönüşmüş, gayri beşerî… Başka bir yan anlamla, onun ancak bir taşeron olduğuna, asıl kararların başka yerlerde alındığına da gönderme yapılıyor.

Müdür, çizme haricinde diğer aksesuarlarıyla ve şemailiyle de -özellikle elinden düşürmediği kırbacı, tıraşlı ama her zaman çatık kaşlı yüzü, beyaz gömleği ve boynundaki kravatı, cepken ve garbî ceketiyle- o dönemin tepeden inmeci tek parti anlayışının tam bir timsalidir. Ne yapıp edecek bu milleti 'adam' edecektir. Kendisini oraya gönderenler devrimlerin bekçiliği ve hazmettirilmesi görevini vermişlerdir. Bir yerde “Ben devleti temsil ediyorum.” diyor. Çizme'nin bu trajikomik tek başınalığı, üst perdeden seslendirdiği yabansılığı hemen her sahnede göze çarpıyor. Bir çocuğa sesleniyor, çocuk korkup kaçıyor. Karısına, kızına emir kipiyle hitap ediyor, halka tepeden ve öfkeyle bakıyor; hiçbir şeye karışmayan Bilâl Hoca’ya sadece halkın teveccühü ve dindarlığı sebebiyle diş biliyor. Kendisini her zaman destekleyen kimseleri bile iki yüzlülükle ve düşük ahlâkla suçluyor. Çocukların kulağına ezan okunması geleneğini “sinsi bir siyasî faaliyet ve gericiliğin sistemli bir direnişi, inkılâp ruhunu sarsma gayreti” olarak görüyor. Bir yerde itirafen “Her şeye rağmen kök salmadı bizim çabalarımız.” diyor. Bilâl Hoca'nın Kur'ân okuma sesleriyle âdeta çıldırıyor, inat sayıyor okuma eylemini.

“Beni kül yutmayan biri olduğum için özellikle tayin ettiler.” yaklaşımıyla iyice enaniyet kesbediyor. Akıl almaz bir şekilde idaresindeki topluluğa karşı duruyor. Bu soğuk otoriteyle her şeyin üstesinden geleceğine inanıyor. Millet cahil, diyor. Onları hemen her zaman hor görüyor. Başı sıkışırsa jandarmaya haber salıp istediği kişiyi tutuklattırabiliyor. Ezan kanunu için, “Ordu bu işi onaylayacak mı?” derken de dönem politikacılarının ve yöneticilerin neye güvenerek bu tarz tavırlara girebildiklerine işaret edilmiş oluyor. Yeni doğan bir bebeğin kulağına ezan okuduğu için Çizme’nin çağırdığı jandarma Bilâl Hoca'yı kelepçeleyerek götürüyor. Çizme'nin geçmişte yaptıklarına gönderme olarak Boz Ali’nin hatıratına yer verilmiş: Çizme, Boz Ali’nin vefat etmiş babasını mezardan çıkartıp üzerindeki kefen bezini kontrol etmiş, kefenle ölü defnedilmesini istememektedir. Boz Ali, celâllenip karşı çıkmıştır buna. Otoriteye karşı koyması bu haksızlıkla, bu açık zulümle başlıyor.

Çizme'nin olanca kinine rağmen halk; devletine, milletine ve askerine olan bağlılığı sebebiyle tahammül ediyor. Çizme'nin şerrinden kurtulmak için mısırlarını gizli yerlere gömüyor. Zira o dönemde çıkarılan yol vergisiyle kimin nesi varsa elinden alınıyor. Bir kişi hariç: Bölgenin eşkıyası Boz Ali! Zira o, otoriteye teslim olmamıştır. Onun da ayağında çizme var ve film süresince bir fırsatını bulup müdürü öldürmeye çalışıyor. Eşkıya hariç,, teslimci bir duruş sergileyen nahiye halkının yer yer bu zaaflarına işareten itiraflarına şahit oluyoruz. Teslimiyetin bu kadarı da elbette kabul gören bir şey olmamalı diye düşünen yönetmen, halkın bu pozisyonunu haklı olarak eleştiriye tâbi tutuyor. Türkçe ezana, içinde geçen “tanrı uludur” tabirinden dolayı insanlar, 'ulumak' diyor bir çakal fiiline göndermeyle. Esasen müezzin de pek taraftar değil ama işin içinde devlete itaat geleneği var ve Çizme’nin baskılarına boyun eğmek zorunda kalıyor. Halk daha çok, derinlikten yoksun, heyecanla hareket eden bir kitle olarak resmedilirken, göz önündeki edilgenlikleri gelecek günlere ders olacak bir mahiyet sergiliyor. “Sessizlik, hürmet ama nereye kadar?" sorusu filmin her saniyesinde atmosferde geziniyor.

İnancın üç temsilcisi var filmde: Bilâl Hoca. “Ben değil bizdik, hepimizdik, hepimizin ortak bir vicdanı vardı; dağıldık, dağıtıldık; vicdan ayrı oldu kanun ayrı.” diyerek duruşunu ortaya koyan Bilâl Hoca. Onun talebesi olan Deli Hafız ve müezzin. Bu üç şahsiyet, devrin baskıları sebebiyle ideal olarak karşımıza çıkmıyorlar. Zira devir ideal olanı ezmeye, yok etmeye şartlanmış ve bunu da bihakkın ifa etmiş bir devir. Bilâl Hoca çok hastadır. Evi, meskenlerden uzak tepelik bir yerdedir. Sembolik olarak göğe yani Hakk’a yakın ama halka uzak bir noktada duruyor; zira elinden bir şey gelmiyor; ziyade bir acziyet ifade ediyor. Heyet geldikten sonra ezanın asıl hâliyle okunması konusundaki yasağın bittiğini öğrenince tekbir getirir ve camiye ilerler, sevinç ve şükür gözyaşları ile bir süre ağlar. Ezanı okumak için elini kulağına götürür ama ağlamaktan okuyamaz. Şerefeye yığılır. Ruhunu Rahman’a teslim etmiştir. Deli Hafız film süresince yine, hemen her zaman suskun ve durağan, toplumdışı bir portre çiziyor. Bilâl Hoca’dan âdeta tek farkı gençliği ve sağlığıdır. Filmin sonunda okuduğu ezanla aktif bir konuma geçse de ve her ne kadar heyetin gelişiyle Çizme'nin otoritesi sahasına çıkmış olsa da, tutarlı ve esaslı bir inanç modeli olarak kendini göstermiyor. Müezzin ise hem yaşça hem de bedenen acziyet içinde. Beli kambur ve çizme karşısında iki büklüm duruşuyla ciddi bir eziklik duygusu oluşturuyor.

Yeni seçimle iş başına gelen hükümet aslında daha elektriği bile çekilmemiş bölgeye bir heyet göndermiştir fakat heyet de her hâliyle bir başka yabancıdır bölge insanına. Her şeyden önce yolu doğru dürüst yapılamamış bölgeye son model lüks bir Fransız otomobiliyle gelmektedirler ve tabii olarak gerek kendi karakterlerinin ve ruh yapılarının bölgeye uzaklığına işaretle, gerekse istihdam edilen yol ve vasıta sebebiyle nahiyeye ulaşmaları çok uzun sürer. Neden sonra nahiyeye ulaşan heyet gelir gelmez kemençe eşliğinde horon tutar. Halkla kaynaşma manzarası içinde müdüre gerekli talimatı vermeye çalışırlar. Çizme ise Deli Hafız'ın dereye attığı şapkasının peşindedir. Bu esnada Deli Hafız nahiyenin köprüsü üzerinde ezanı tabii hâliyle okumaya başlar, bu şokla çizme dereye düşer. Boz Ali, ezan sesi hatırına, eline fırsat geçtiği hâlde Çizme’yi öldürmez. Halk bu muhteşem sedaya duydukları hasretle hep gözyaşlarına boğulur; evlerinden çıkıp toplaşır. Değişik yerlerde okunan başka ezan sesleri de semayı doldurur. Müdür ise artık çizmelik vasfını yitirmiştir. Şapkayı yakalamak için çıkardığı çizmeler sebebiyle ayakları kan revan içindedir. Çizme’yle beraber, ezan düşmanı otoritenin de bittiği anlaşılır.

Film; her zaman acı ile hatırlanan ve 'halka rağmen halk için' jakobenliğiyle yürütülen ezanın aslı ile okunması yasağı etrafında, izleyicisine ciddi ve unutulmaz bir ders veriyor: Ülkenin değişik ırk, renk ve inanıştaki insanlarını yönetecek kimseler, milletin manevî değerlerini her zaman iyi etüt etmeli ve bu değerlerle asla çatışma içine girmemelidir. Bu, hem demokrasi anlayışının hem cumhuriyetçiliğin hem de insanlığın bir gereğidir.




Mehmet ERDOĞAN
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://trpaylas.forumdizini.com
 
Çizme Neyi Ezmeye Çalışıyorsun
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Türkiye Paylaşım Platformu :: Kültür - Sanat - Tarih - Biyografi - Şiir :: Edebiyat :: Deneme, Hikaye-
Buraya geçin: